“Bir makineye adım attığınızı ve antik zamanlara geri döndüğünüzü ya da uçan arabaların çağına hızla ilerlediğinizi hayal edin! Zaman yolculuğu yüzyıllardır bizi büyülüyor. Peki ama bu takıntı nerede başladı? Bir gün gerçekten mümkün olabilir mi? Önümüzdeki birkaç dakikada, zaman yolculuğu kavramının sırlarını çözeceğiz. Siber uzayın bunu nasıl gerçek kılabileceğini, geçmişe dönmenin neden sadece bir hayal olmadığını ve belki de okuduğumuz her kitapta hatta gözlerimizle şahit olduğumuz evrenin mucizelerinde bile farkında olmadan zaman yolculuğu yaptığımızı göreceğiz!”
Zaman yolculuğuna olan merakımızın çok eskilerden beri geldiğini düşünebilirsiniz, ancak ilginçtir ki, bu fikir aslında yalnızca yüz yıldır hayatımızda.
Bugünlerde zaman yolculuğu her yerde! Filmlerden TV şovlarına, hatta kitaplara kadar. Peki, bu tesadüf mü? Elbette değil. Popüler bilimde toplum, zamanda yolculuk fikrine adeta takıntılı hale geldi.
Ancak 150 yıl önce bu durum çok farklıydı. Zaman yolculuğunun kapısını açan kişi H. G. Wells’ti oldu. 1895 yılında yayımlanan “Zaman Makinesi” romanıyla her şey değişti.
Wells, bu eserinde “Zaman Yolcusu” olarak adlandırdığı bir adamın, geçmişe ve geleceğe seyahat etmesini sağlayan bir makine inşa etmesini anlatır. Bu hikâye bir mihenk taşıdır çünkü zamanı akan bir nehir gibi ele alır. Eğer doğru araca sahipseniz, bu akışın içinde gezinebileceğinizi öne sürer.
Daha önceleri ise zaman, yalnızca ileriye doğru tek yönlü bir yol olarak görülüyordu. Sadece tek bir yöne ilerleyebiliyordunuz. Ancak Wells’in bu kurgusal anlatısı, zaman ve zaman yolculuğu kavramını kökünden değiştirdi.
Well’in bu anlatısının bu kadar başarılı olmasının ardında yatan sebep neydi? Şimdi bunları ele alalım.
19. yüzyılın sonu, büyük değişimlerin olduğu bir dönemdi. 20. yüzyılın eşiğinde, insanlar gelecekle ilgili inanılmaz heyecanlar yaşıyordu. Teknolojik ve bilimsel büyüme, daha önce hiç görülmemiş bir ivme kazanmıştı ve insanlar, ilk kez kendilerinden önceki nesilden tamamen farklı bir şekilde yaşıyordu.
Başka bir deyişle, geçmiş, gelecek ve şimdi arasındaki fark hiç bu kadar belirgin olmamıştı. Bu tarihi dönemeç, zaman yolculuğu fikrini etkileyici kılan en önemli şeydi.
Oysa daha önceleri, geleceğin genellikle çok büyük bir değişim getirmeyeceği hayal edilirdi. Bu hikayeler, insanların genel yaşam biçimlerinde büyük bir değişimi öngörmezdi. 20. yüzyıl ve H. G. Wells işte bu durumu tamamen değiştirdi.
20. yüzyılın başında, sanayi devrimi etkisini tam anlamıyla göstermiş, elektrik, buhar gücü ve yeni ulaşım araçları gibi buluşlar hayatın her alanını değiştirmişti. H. G. Wells gibi yazarlar, bu teknolojik ilerlemeler ışığında geleceği radikal şekilde farklı hayal etmeye başladılar. Örneğin, otomobil ve uçak gibi icatlar ulaşımı kökten değiştirirken, radyo ve telefon kitle iletişimde devrim yarattı. Ayrıca, tıptaki gelişmeler sayesinde hastalıklarla daha etkin mücadele ediliyor ve insanların yaşam süreleri uzuyordu. Bu yenilikler, geleceğin geçmişten farklı olacağını gösteren önemli işaretlerdi ve bilim kurgu yazarlarına zengin bir ilham kaynağı sundu.
“Zaman yolculuğu fikri gelişmeye başladıkça, bu büyüleyici kavramın belli başlı kurallarını da oluşturmak durumunda kaldık.”
Zaman yolculuğu bir kavram olarak ortaya çıktığında, büyük bir heyecan yarattı. Ancak konu derinlemesine tartışıldıkça, karşımıza ilginç ve kafa karıştırıcı teorik sorunlar çıkmaya başladı.
Mesela, gelecekteki kendinle karşılaşmak ne gibi sonuçlar doğururdu? Peki ya geçmişe gidip hayatımızı şekillendiren olayları değiştirirsek? Bu sorular bilim kurgu yazarları açısından, zaman yolculuğunun kurallarını oluşturma ihtiyacını doğurdu.
Devamı için lütfen videoyu izleyin —>
İlk Yorumu Siz Yapın